Son yıllarda yetiştirdiğimiz çocuklarda ve ebeveynlerinde inanılmaz bir değişim yaşanıyor. Çocuklar hızla büyüyor, küçük kadınlar ve küçük adamlara dönüşüyor.
Ergenlik ilkokul yaşlarına indi, 8-9 yaşındaki çocuklar erken ergenlik dediğimiz biyolojik ve psikolojik bir evrim geçiriyorlar. Bedenleri büyürken, psikolojileri hazırlıksız yakalanıyor.
Biz yetişkinler de çok hazırlıksızız bu beklenmedik değişim ve gelişime. Üstelik son 20-30 yıllık süre içinde aile kavramımız da evrim geçirdi, değişti ve dönüştü.
Ebeveyn merkezli ailelerden, çocuk merkezli ailelere dönüştük. Attığı adımı bile çocuğuna soran, onun istediklerini yapmak uğruna kendini harap eden anne babalarla doldu çevremiz.
Çocukların her konuda fikrini alan, onların ağlamaları, inatlaşmaları karşısında otoritesini kaybeden anne babalar olarak okul, ödev ve ders üçgenindeki alanı kaybetmek istemiyoruz ve bütün çatışmaları da bu alana sıkıştırmış durumdayız.
Okul o kadar hassas noktamız ki, anne babaların söyleminden bu hassasiyetin ince ayrımını fark edebiliriz. ‘Çocuğumun ödevi var’ cümlesi artık ‘ödevimiz var’ olarak söylenir oldu, çocuğun sınavı, anne babanın ağzından ‘bu hafta çok önemli sınavlarımız var’ cümlesine dönüştü.
Öğretmeni çalışma verdiyse, ‘öğretmenimiz ödev verdi’ olarak söylenir oldu. Ama sağlıklı ve doğru olan bu değil. Çocukların kendilerine ait alanların ebeveynler tarafından bu kadar işgal edilmesi yanlış.
Okulla ilgili her çalışma tamamen çocuğa ait sorumluluklardır ve bu ‘biz’li cümleler en fazla çocuğa zarar verir. Çocuklara en başından verilmesi gereken sorumluluklar, onların hata yapmasına izin verilmeyen mükemmeliyetçi tutumlarla birleştiğinde ortaya inanılmaz kaygılı anne babalar çıkıyor ve çocuklar o küçücük bedenleriyle gittikleri okula aslında ebeveynlerinin yüksek kaygılarını da götürüyor. Okul çocuklar için akademik eğitimden çok daha önemli, çok daha hayata dair değerleri olması gereken bir yer. Çocuklar için okul demek,
- ilk sosyalleşme,
-akran ilişkilerini öğrenip geliştirme,
-paylaşma,
-ortak bir bilince sahip olma,
-disiplin kazanma,
-sorumluluk üstlenme,
-bir amaç edinme, amaçlar uğruna çalışma, bir sonuç ortaya koyma,
-bir gruba ait olma,
-kurallı yaşama ve çalışma,
-farklılıklara hoşgörü ve kendi farklılığının bilincine varma,
-empati, vb gibi pek çok sosyal, toplumsal değer kazanacakları bir sosyal kurum demektir.
İşte bu noktada, çocuğun bu değerleri öğrenmesini desteklemesi gereken anne babalar ve eğitimciler olarak çocukları sadece akademik başarı odaklı bireyler haline getiren yetişkin tutumlarımız ve abartılı kaygılarımız ortaya çıkıyor.
Kendimizi tutamıyoruz ve çocukların okulla ilgili tüm sorumluluklarını sahipleniyor, en ufak sorunlarını sorunlarımız olarak görmeye başlıyoruz. Bununla da kalmıyor, çocukların ilişkilerini de yönetmeye çalışıyoruz. Çünkü bizim için en değerli, en özel olan çocuklarımızın değer kaybetmesinden ‘korkuyoruz’. Başarısız olacağından, dışlanacağından ‘korkuyoruz’. Çocukların merak ve heyecanını kendi korkumuzla bastırıp onların da kaygı ve korku duymasına yol açıyoruz.
Aslında çocuklarımızı okula gönderirken, kendi korkularımızı gönderiyoruz. Kendi kendimize yarattığımız güvensizlik, kaygı, korku, abartılı beklenti, mükemmeliyetçi, takıntılı anne baba rollerimizi gönderiyoruz okula. Küçücük bedenlerin içine kendi yapamadıklarımızı, yapmak istediklerimizi, eksik yanlarımızı hapsedip o çocuklarımızın hep çok başarılı(!) olmalarını bekliyoruz. Okuldan gelen çocuğumuza önce derslerini soruyoruz.
Oysa okul çocuğa bilgi öğretmekten çok, bilgiyi nasıl öğrenmesi gerektiğini öğreten eğitim kurumlarıdır. Gün boyunca her derste hep aynı motivasyonla kımıldamadan öğretmenini dinleyen çocuk başarılı çocuk demek değildir.
Önce başarı derken ne anladığımızı sorgulamamız gerekir, eğitim sistemini, ödevleri, sorgulamamız gerekir. Çocukların oyunlarından, uykularından, anne babalarıyla geçirmeleri gereken güzel anlardan çalınan zamanları sorgulamamız gerekir. Okul arkadaşlarını arkadaş gibi değil rakip gibi görmesine yol açan her şeyi sorgulamamız gerekir. Çok çalışkan, çok başarılı, çok akıllı çocukların çok iyi çocuklar olup olmadıklarını sorgulamamız gerekir.
Bunun için de okul, ders, sınav gibi sembolik kavramları unutup çocuğu sadece çocuk olarak görmek gerekir. Kaygıları bir kenara bırakıp, çocuğun çocuk olarak yaşam alanlarını nasıl genişletebilirim diye sormak gerekir. Çünkü asıl sorun, hiçbir zaman akademik başarı değildi. Bunca akademik sınava, eğitime, ödevlere ve rekabetçi yarışlara rağmen asıl sorun bundan sonra da bu olmayacaktır. Asıl sorun çocuklarımıza çocukluklarını neden yaşatamadığımız ve neden onları hızla büyütmeye çalıştığımızdır…
[2020-01-19]
Okul öncesi yaşlar dediğimizde bir çocuk için aslında en önemli dönemden bahsediyoruz demektir. İlk Çocukluk Dönemi olarak bilinen bu dönem 0-6 ...
Sosyal Etkinlik dersleri normal akademik dersler kadar önemlidir, hatta daha önemlidir. Çünkü bu dersler çocukların soluk alacakları, enerjilerini akıtacakları derslerdir ve ...
Yıllardır üzerinde belki de en çok konuşulan kavram ‘Zeka’ olmuştur.Zekanın ne olduğu, kimlerde ne düzeyde bulunduğu,zekayı olumlu ya da olumsuz etkileyen ...
Nihayet yaz mevsiminin ilk ayı Haziran geldi. Yoğun tempoyla geçen okul dönemini sonlandırırken, önümüzdeki üç buçuk ayın en verimli şekilde geçmesi ...