Eylül ayının gelmesiyle beraber nihayet okullar açıldı ve anneler için uzun sayılabilecek bir yaz tatili geride kaldı. Geçtiğimiz yıllarda sadece ana sınıfları ve ilkokul 1.sınıf öğrencileri için uygulamaya konulan okulların bir hafta erken açılarak çocukların uyumlarını kolaylaştırma projesi bu yıl ilk kez 5.sınıfları da kapsayacak şekilde genişletildi ve klasik tabirle ortaokul ve liselerin birinci sınıflarına başlayan öğrenciler de okula bir hafta erken başladılar.
Bu, amacı bakımından oldukça doğru bir uygulama oldu. Çocukların, özellikle de ana okulu ve ilkokul birinci sınıfa başlayan çocukların kendilerinden yaşça çok büyük abi ve ablalarının arasına karışmaları kolay değil. Üstelik henüz okula alışmamışken, okul kurallarını öğrenememişken.
Çocuklar okula başladıklarında kendi anne babalarının dışında ilk defa başka bir otoriteyi tanıyıp ona uyma zorunluluğu olduğunu öğreniyorlar. Elbette ki bütün bunlar için bir alışma ve uyum sürecine ihtiyaç var. Bu anlamda okula bir hafta erken başlatmak mantıklı bir uygulama oldu. Okulun açılmasından sonra bazı çocuklar bu uyum sürecini atlatamayıp okul fobisi yaşayabilirler.
Bu açıdan bazı hatırlatmalar yapmak isterim;
• Anne babalar kendi kaygılarını ya çocuklarıyla giderirler, ya çocuklarına iletirler! Kaygı taşınan bir duygudur.
• Aileler yeni bir ortamda ne kadar güvenli ve rahatsa çocuk da o kadar rahat davranır.
• Çocuk ailesini izler, görür, öğrenir ve uygular.
• Anne babanın gergin olduğu ailelerde çocuklar okula uyum sorunu yaşarlar, lütfen daha sakin olun.
• Okulun evden uzaklaşma,, anneden ayrılma olduğunu düşünen çocuk bir türlü okulu benimseyemez. O nedenle önce öğretmenle çocuk tanışmalıdır ve anne babanın öğretmenle iyi bir diyaloğu olmalıdır.
• Sınıf kapısı önünde bekleyen anne baba modeli çocukta, 'annem de burada beklediğine göre korkmam gereken bir şey var' duygusuna yol açar.
• Sınıf kapısında değil, belki okulun kapısında ilk birkaç gün beklenebilir ama sonrasında hayat normale dönmelidir.
Türkiye’nin de içinde yer aldığı 120’den fazla ülkede 1-7 Ekim tarihleri arası Dünya Emzirme Haftası olarak etkinlikler yapılıyor. Bir diğer deyişle Emzirme Haftası kutlanıyor. Etkinlerin amacı aslında anne sütünün bebeklerin bedensel ve zihinsel gelişimleri üzerindeki olumlu etkilerini anlatmak ve daha fazla anneye ulaşmak. Özellikle erken doğan veya zayıf doğan bebekler üzerinde anne sütünün yararı müthiş.
Bağışıklık sistemini güçlendiriyor ve bir bebeğin ilk aylardaki savunmasız ve dayanıksız bedenini bütün dış etkilerden koruduğu biliniyor. Emzirmenin hem bebek hem de anne için sağlık açısından saymakla bitirilemeyecek kadar çok yararı var ama aynı zamanda psikolojik olarak da yararları var.
Örneğin anne bebeğini emzirirken özellikle tensel temas ve göz teması sağlanır ki, bu çocukta oluşan güven duygusunun ilk adımıdır. Anne çocuk arasında bedensel ve duygusal yakınlaşmayı sağlar.
Emzirmek doğum sonrası depresyonuna iyi gelen bir tür terapi işlevine sahiptir. Bebek için de aşı olduktan sonra veya ağrılı, ateşli olduğu zamanlarda bir tür yatıştırıcı işlevi olduğu biliniyor.Aynı zamanda günlük telaş ve koşuşturma arasında annesin bebeğiyle buluşma, dokunma, baş başa kalabilme ve konuşma fırsatıdır. Birçok anne hep aynı şeyi söyler: Bebeğimi emzirdiğim anların bitmesini hiç istemezdim.
Özellikle en azından bir yıl, herhangi bir sorun olmadığı sürece bebeğinizi emzirin ve hem onu hem kendinizi bu muazzam birliktelikten mahrum bırakmayın.
Ve malum ekim ayı ile birlikte artık kış mevsimine daha yakınız. Havalar giderek soğuyacak, güneş dünyamızdan uzaklaşacak. Azalan güneş ışığı, biten yaz günleri birçoğumuz için depresyonun habercisi. Sonbahar depresyonu sıklıkla görülen bir duygu durumu ve başa çıkmanın yolu daha çok hayatın içinde yer almak, keyif veren uğraşlar edinmekten geçiyor.
Bu mevsimin hüzünler, dökülen yapraklar, biten yaz günleri, uzaklarda kalan deniz kokusu mevsimi olduğunu biliyoruz. Bunu böyle de yaşamak gerek.
Böyle yaşamak ama birkaç ay sonra biteceğini bilerek yaşamak. Yine baharın geleceğini, yine güneşle yıkanacağımızı bilmek güzel.
Önemli olan sağlıklı olmak, sağlığımızın değerini onu kaybetmeden bilerek şükretmek.
[2014-11-26]