Şimdilerde hemen hemen hepimizin unuttuğu, hatırlayanlar için ise anılarda kalmış bir hayal gibi güzel mahallelerimiz vardı bizim.Sıcak dostlukların kırk yıllık hatırlarıyla kahve telvelerinden filizlenip kalplerimize yerleştiği mahallelerimiz vardı.Gerçekten de insanların birbirine yabancılaştığı hatta birbirinden korktuğu bir zamanda sanal ortamlarda bulmaya çalıştığımız o sıcaklık evlerimizi,kalplerimizi,sofralarımızı terk edip gitti.Gençler maalesef bu nasıl bir kültürdür bilmiyor bile.Evet bu bir kültürdü.
Çocukların kapı önüne çıkartılmadığı günümüzde,komşuya çocuk emanet edilip,gözler arkada kalmadan gidilirdi,işe,doktora ya da gezmeye.Çünkü bilinirdi ki o komşular kendi çocuğu gibi sahip çıkardı emanet edilen yaramazlara.Aman hatırlar kırılmasın diye,aman incinmesinler diye ince ince ayrıntılar düşünülürdü. ’Komşuda pişer,bize de düşer’ deyiminde söylenen doğruydu , kim bir şey pişirse,apartman kokardı ve komşuluk hakkı diye herkesle paylaşılırdı.
Komşu teyzeler annelerimizden farksızdı,güvenilirdi,sıcacıktı,komşu annelerimizdi onlar bizim.
Akşamları komşularımıza oturmaya gitmenin de bir adabı,yolu,yöntemi vardı.Önceden haber gönderilirdi:’Bu akşam müsaitseniz,size oturmaya geleceğiz.’diye. Şimdi bu sözü kullanan var mı?Kaç genç bu sözü duymuş ya da söylemiştir?
Şimdi kocaman kocaman sitelerde, 24 saat kameralı güvenliğimiz,otoparklarımız,dev alışveriş merkezlerimiz ve aşılmaz yalnızlığımızla oturuyoruz.Yerden ısıtmalı taş binalar doldurmuyor hayatlarımızdaki boşluğu,yok edemiyor yalnızlıklarımızı.Şehir dışındaki sitelere taşınmanın adı ‘şehrin kalabalığından uzaklaşmak’ diye sunuluyor ama uzaklaşmaya çalıştığımız o kalabalıklar aslında dostluklarımız da değil mi?
Herkesin kocaman yalnızlıklar yaşadığı şehirlerde kendi gölgemizden mi kaçıyoruz artık?Ne oluyor bize?
Gündelik temizlikçilerimizle,bakıcılarımızla,market elemanlarıyla,hizmetçilerimizle oturuyoruz büyük binalarda.Çocuklarımızı bu binalarda yani ‘Sırça Köşk’lerde büyütüyoruz.
Bir ağaca tırmanmanın ne demek olduğu bilmeyen,toprakla,çamurla,suyla oynamamış,çimlerin üzerinde yuvarlanmamış steril çocuklarımız var.Onlar hamuru özel paketlenmiş oyun hamuru olarak biliyorlar sadece. Sözüm ona parmak kaslarının ve,hayal dünyasının gelişmesini bu hamurlardan bekliyoruz.’Koşma yavrum, dokunma çocuğum,yapma evladım’ komutlarıyla robot gibi büyütmeye çalıştığımız çocuklarımız bir bakıyoruz ki garip garip davranıyorlar.Doktor doktor geziyoruz ya da psikologlara taşınmaya başlıyoruz.Her şeyi ama her şeyi onlar için yapıyoruz,hiçbir eksikleri yok,bu çocukların nesi var diye kara kara düşünüyoruz.Soru baştan yanlış zaten,nesi var değil,nesi yok bu çocukların?
Arkadaşları yok,komşu teyzeleri ya da amcaları yok,ablaları ağabeyleri yok,enerjilerini akıtacakları sokaklar, yakan toplar,saklambaçlar,sek sekler yok.Kör ebeler yok,misketler yok.
Peki bizim elimizde ne var? Hiperaktif,dikkat eksikliği yaşayan,uyum ve davranış bozukluğu teşhisiyle hastane hastane gezdiğimiz çocuklarımız var.Çocuk olduğunu bile bilmeyen çocuklar,onların çocukluklarını yaşamalarına izin vermeyen anne babalar var.
Rüzgar esse zatürree olan,ateşler içinde yanan sevgili çocuklarımız var.
Bizim mahallelerimize ne oldu,sobalarla ısındığımız,patates közlediğimiz,kestane pişirdiğimiz evlerimizi ne yaptık?
Yıktık,yok ettik,modern(!) binalar yaptık.
Yok ettiklerimiz sadece eski evlerimiz değildi. Geçmişimizi,çocukluğumuzu,dostlarımızı,paylaşmayı,sevgiyi,saygıyı,hoş görüyü de yok ettik.
Şimdi sosyal ağlarda sanal arkadaşlıklar kuran, onlarla görüşen,dertleşen çocuklarımıza söyleyecek sözümüz yok.
Yok ettiklerimizin yerine ne koyduk ki,onlara sitem edelim?
Mahallesi olmayan ve mahallesiyle birlikte kültürünü de yok etmiş bir milletin yalnız insancıklarıyız şimdi.
Peki bu yalnızlığımızdan mutlu muyuz?
[2013-05-13]