Yüzyılların hikayesidir, kadın ve erkek arasındaki ilişki.
Üstelik bu ilişki genellikle araya giren başka insan ya da faktörler nedeniyle hep çoğul yaşanır, iki kişinin yaşadığı bir duygu olmaktan uzaklaşır. Klasik söyleme göre,bir erkeğin hayatındaki ilk kadın eşidir. Sonrasında giren kadın olursa o da metresidir.
Ben farklı bir tanım yapacağım ve diyeceğim ki bir erkeğin hayatındaki ilk kadın aslında en başından bellidir; annesidir.Sonradan gelen bütün kadınlar bu ilk ve en önemli kadından sonra gelir.Bütün kadınlar da bir erkekle beraber olmaya başladıklarında belki de en büyük hatayı bu ilk ve en önemli kadına savaş açarak yaparlar.
Oysa değişmez olan odur, asıl kalıcı olan odur. O en değerli kadına yani anneye savaş açmak,eleştirmek, onu şikayet etmek oyuna daha başından bir sıfır yenik başlamak demek.Erkeklerin hayatında tek bir koşulda kalıcı olabileceğimizi unuturuz. Bir erkek çocuğu sahibi olmanın dışındaki tüm mevcudiyetimiz onlar için gelip geçici olabilir.Çünkü evlilik sona erdiği anda, soyadımızdan da oluyoruz, kazanılmış evli statümüzden de.Ama anne olan, ölse dahi, oğlunun nüfus cüzdanındaki Anne Adı hanesinde de, anne olarak genlerinde de yaşıyor. Asla yok olmuyor, silinmiyor.
Sadece erkek çocuk doğurarak kalıcı olabildiğimizin belki bilinçaltımıza yerleşmiş öneminden dolayıdır ki Gelin Kaynana çatışmaları hep ortak nokta olan erkek üzerinden yapılıyor. Bir kadının Anne olarak güç sahibi olduğu erkek üzerinde, hayatına sonradan girmiş eş olarak var olma savaşı vermek çok yıpratıcı olabiliyor. Hala pek çok toplumda önemli olan erkek çocuk sahibi olma tutkusu da buradan kaynaklanıyor aslında. Osmanlı ‘da bile kadın otoritesinin önemli isimlerini hepimiz biliyoruz: Valide Sultan, Hürrem Sultan, Safiye Sultan, Mehpeyker Kösem Valide Sultan, Turhan Hatice Sultan, Rabia Haseki Sultan güç savaşlarının bilinen isimleri.
Anneler oğullar üzerinde her zaman en etkili, en güçlü kadınlar oldu. Bir erkek evlendiğinde eşine yönelik ilk eleştirisi, ‘Annem gibi yapmıyorsun’ dur.O anne gibi yapılamayan, ya yemektir, ya temizliktir ama erkek açısından büyük eksikliktir. Aynı şekilde bir kadın için ilk iltifat, ‘aa aynı annemin yaptığı gibi olmuş’ olur ki bu da kadın açısından ciddi bir üstünlüktür.
Annenin üzerine asla ikinci ya da üçüncü kadın gelemez.O hep biriciktir,ilktir. Ama eğer eş olmuş bir kadınsak erkeğimizi başka kadınlarla paylaşma riski hep vardır. Ben bir erkek neden aldatır konusuna hiç girmeyeceğim, bu konuya daha önce yazmıştım.
Erkeklerin aldatma ihtimali hep vardır ve bu ihtimal ne yazık ki kadınlar için de hemen hemen aynı oranlarda kadınlar için de geçerlidir.Yani kadınlar da toplum tarafından çok bilinmese de eşlerini aldatıyorlar.Erkekler bir başka kadınla beraber olmayı fiziksel,cinsel ve ruhsal bir üstünlük ve başarı olarak gördüklerinden başkalarına anlatabiliyorlar ama kadınlar erkekler gibi bu bilgiyi paylaşmıyorlar. Belki sadece en yakın arkadaşları biliyor.O nedenle de toplumda kadınlar aldatmaz olarak yerleşmiş bir yargı var.Oysa özellikle evli kadınlar üzerine yapılmış pek çok araştırmada bu yargıya ters düşecek sonuçlar çıkmış durumda.Evli kadınların neredeyse yarısı eşlerini aldatıyor. Kabul edelim ki çok sevimsiz bir durum. Bir kadının kendi hemcinsine en büyük zararı bu şekilde verdiğini söylemek mümkün. ‘Benim başıma böyle bir şey gelse ve eşim beni aldatsa boşanırım,onu terk ederim’ diyen pek çok kadının eşinden kolaylıkla vazgeçemediğini ve savaşmayı tercih ettiğini görmek şaşırtıcı gelebilir ama yine kadınca üstünlük savaşları olarak değerlendirmek gerekir.
Bir erkeğin hayatına giren kadın, o yeri başka kadınlarla paylaşmak istemez, ama diğer kadın da aynı erkeğin hayatında var olmak ister. Bu iki kadın arasındaki savaşta tarafların ikisi de bulunduğu alanı terk etmek istemez çünkü terk eden savaşı kaybeden taraftır.Özellikle asıl kadın başka bir kadının varlığını, kendisine açılmış bir savaş ve meydan okuma olarak görecektir.Savaşı kazanmak için en azından kaybetmiş olmamak için elden geldiğince direnerek erkeğin hayatına sonradan giren kadını uzaklaştırmak için mücadele edecektir. Asıl kadın kendiliğinden vazgeçip gitmiyorsa, bu iki kadının savaşında sonucu belirleyen yine erkektir. Erkek kimi seçerse kalıcı olan odur. Ve asıl kadınla, diğer kadın arasındaki savaş ikinci ya da üçüncü kadın olma savaşıdır.Asla ilk kadın olma savaşı değildir.İlk kadın doğa kanunları tarafından en başından Anne olarak belirlenmiştir.
Olayın en ilginç yönü ise sürpriz bir şekilde oyuna sonradan katılan başa bir kadının her şeyi değiştirmesidir. Bu kadın en son kadındır, bu kadın erkeği öyle bir bağlar ki kendisine, ondan gelecek her şey erkeğin başının tacı olur.O kadın erkeğin kızıdır.Kızının gözünde onun hayatındaki ilk erkek olmanın mutluluğu, hayatının en önemli kahramanı olmanın gururu, onu baba yapan bu kadına olan aşkın da çerçevesini çizer.Ve asıl o kadın sonradan gelenler içinde en vazgeçilmez olandır.
Ve biz kadınlar, bilmeliyiz ki erkeklerimizin ikinci kadınlarıyız.Eşlerimiz o ilk kadınlara benzediğimiz için, o ilk kadınlar onlara sevmeyi öğrettiği için bizi seçtiler.O nedenle onların annelerine de eşlerimize duyduğumuz kadar sevgi duymalıyız.Biz de anneyiz, bir çoğumuz erkek çocuk büyütüyor ve oğullarının hayatındaki ilk kadın oluyor.Biz erkeklerin hayatında ya ilk kadın, ya ikinci kadın, belki üçüncü kadın ya da sonradan gelen dördüncü kadınlar oluyoruz.Ama hep varız.Çünkü onlar için vazgeçilmez kadınlarız. Ve onlar da bizim için vazgeçilmezler.
Anneyiz, eşiz, kardeşiz, kız çocuğuz ama önce kadınız. Sahi siz sevdiğiniz erkeklerin hayatında kaçıncı kadınsınız?
Sevdiğiniz ve sevildiğiniz insanlar hep artsın, hiç eksilmesin.
Mutlu ve sağlıklı bir yıl dileklerimle..
[2013-02-28]