Son yıllarda giderek artan sayıda kadının iş hayatında yer almasıyla kadınlar üzerindeki yükün artmasının getirdiği olumsuzluklar psikolojide yeni tanımlar yarattı.
Çalışan kadın olmak, çalışan anne ve suçluluk duygusu, mükemmeliyetçi anne sendromu Fibromiyalji ilk sayabileceklerim arasında yer alıyor.
Eğitimli kadınların, aldıkları eğitimin hakkını verme isteği ve daha iyi koşullarda yaşam arzusu birleşince doğal olarak iş hayatındaki kadın profili oldukça etkin bir konuma geldi. Kadınlar artık neredeyse erkekler kadar her alanda ve erkeklerle aynı yoğunlukta çalışmaya başladılar.
Ancak şartlar kadının lehine aynı olmadı hiçbir zaman. Aksine erkeklerle aynı rekabetçi koşullarda var olmaya çalışan kadına, bazen erkeklerden daha fazla çalışıyor olmasına rağmen hep daha az ücret ödendi, daha acımasız şartlarda çalışmak zorunda kaldı. Tacize uğradı, mobbingle tanıştı, bir erkek gibi davranması hatta kadınlığından bile vazgeçerek bir erkek gibi düşünmesi ve davranması beklendi.
Daha ötesi anne olması, bebeğiyle ilgilenmesi gerektiğinde bu bir eksiklik bir zafiyet gibi görüldü. ‘Ne işi var erkek işinde, gitsin evinde otursun, çocuğunu büyütsün’ cümlesini bizzat hem duydu, hem söze dökülmese de bu hissettirildi. Buna rağmen kadın, erkek egemen iş dünyasında var olmak için büyük mücadeleler verdi, hala vermeye devam ediyor.
Belki içlerinde en acımasız olan tutumlardan bir tanesi, kadının kadın olarak davranması, düşünmesi hoş görülmedi. Fiziken bir kadın olarak görüldü ama fikren bir kadın olarak hoş görülmedi.
Çevremize baktığımızda iş yerlerinde çalışan kadınların çokluğuna bakarak ‘yok canım, bu kadar da değil’ diyebilirsiniz ama maalesef, tam olarak ‘o kadar’, hatta fazlası bile var.
Oysa kadın bütün güçlülüğüne ve dik durma becerisine rağmen hayatın içinde hoş bir zerafet, bir nahifliktir. Kadın arabasının içinde, kırmızı ışıkta beklerken rujunu yenilerken de güzeldir, işe giderken kadınsı görünmekten utanmadığında da.
Kadını yok saymak, oğlunuzu, kızınızı yok saymaktan, ablanızı, annenizi görmezden gelmekten farksızdır. Kadın iş yerinde de kadın gibi düşünmeli ve davranmalıdır, evinde de…
Ama bizim deyimlerimiz ve atasözlerimiz bile ayrımcıdır bu anlamda. Biraz hassas davranan insanlar için ‘kadın gibi sulu gözlü’ tanımlaması yapmaktan çekinmeyiz. Kadın gibi dedikodu yapmak, elinin hamuruyla erkek işine karışmak sözleri de kadına bakış açımızın net bir özetidir aslında.
Her şeyin ötesinde kız ve erkek çocuk büyütülen bir evde kız çocuğun erkek kardeşe hizmet etme görevi verildiğini, hatta annenin kızıyla sofra hazırlarken genellikle babanın oğluyla televizyon seyrettiğini unutmayalım.
Böyle bir genel yapı ve anlayışın ortasında evde, toplumda ve çalışma hayatında var olmaya çalışan kadınlara daha çok destek olmak, daha çok takdir etmek gerek. Toplumun genel kanısı kadına karşı bu kadar ön yargılı ve mesafeli iken nasıl bir adaletten ve eşit duyarlılıktan söz edebiliriz ki?
Oysa ne güzel söylemiş ozan Neşet Ertaş, ‘Kadınlar insandır. Biz erkekler ise; İnsanoğlu…’ diyerek...
Kadını, erkeği herkesi doğuran, büyüten, insanı yoğuran kadını dünyasına sığdıramayan bir toplum maalesef hep tek ayağı aksayarak yürümek zorunda kalır. Hep eksik, hep biraz daha yarımdır.
Kadınları dışlamaya çalışmak yerine evde ve işte biraz daha katkıda bulunmak gerek.
Çünkü kadınlar çalışmaya başladıklarında pek çok yükün de altına giriyorlar bir bakıma. Daha önceden var olan sorumluluklar ve görevler birden iki katına çıkıyor.
Ev içi düzenden sorumlu olmanın yanı sıra, bir eş olarak yapılması gerekenler, bir çalışan olarak yükümlülükler, bir anne olarak sorumluluklar ve çalışan bir anne olmanın getirdiği suçluluk duygusu gibi bir çok sorunla ve duyguyla baş etmek zorunda kalan kadın her şeyin ötesinde anne olmasının verdiği hassasiyetle karmaşık duygular yaşayabiliyor.
Özellikle çocuk sahibi olan kadınların hala okul ve ödev sorunlarıyla neredeyse tek başına başa çıkmaya çalıştığını da göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Çalışma hayatının içinde yer almak elbette ki olumlu bir tutumdur. Alınan eğitimlerin karşılığında bu eğitimlerin gereğini yapmak ve hayatın, üretimin içinde olmak kadının ruh halini de çok olumlu etkiler. Ancak eğer doğru programlama yapılamazsa çok ağır sorumlulukların altına girmek yarardan daha çok zarar da getirebilir. Özellikle bazı durumlarda kadınlar ‘Süper Anne Sendromu’ diye bilinen bir sağlık sorunuyla karşı karşıya kalabilirler.
Bir eş, bir ev kadını, bir iş kadını ve iyi bir anne olmak bazen kadınları o kadar bunaltır ki ciddi psikolojik sorunlarla uğraşmak durumunda kalabilirler. Bu kadar çok iyi şeyi bir arada yapabilmek gerçekten zordur ve kadınlar genellikle mükemmeliyetçi davranmaktan vazgeçmezler.
Çalışan anneler çok iyi bilinir ki çocuklarına vakit ayırmakla ilgili olarak genellikle sorunlar yaşarlar. Bu sorunlarla başa çıksalar da çıkamasalar da ağırlıklı olarak yaşanan duygu panik ve suçluluk duygusudur. Özellikle çocuklarının doğumundan kısa süre sonra işe dönmek zorunda kalan annelerin yaşadığı duygu durumu budur. Tam tersi bir biçimde çocuklar doğduğunda çalışmayan ama sonra çalışmak zorunda kalan annelerde de bu duygu gelişmektedir.
Bir kadın aldığı eğitim doğrultusunda iş hayatı içinde yer aldığında aslında müthiş bir kendine güven, doyum, üreten bir birey olmanın verdiği hazzı yaşar. Buna karşılık çalışmayan bir kadın ise, diplomasının hakkını verememenin sıkıntısıyla ve üzerine yüklenen rutin ev işleri nedeniyle çoğu zaman gergin bir ruh hali içindedir.
Bu gerginliği de zaman zaman olumsuz biçimlerde çocuğuna yansıtabilir.
Bilinç altında çalışamamasının nedeni olarak çocuğunu görebilir.
Bazı durumlarda annelerin yaşadıkları suçluluk duygusunu kendilerince telafi etmek amacıyla çok fazla hediye aldığı ve çocuğuna veremediğini düşündüğü zamanı ve sevgi boşluğunu bu şekilde doldurmaya çalıştığı görülür.
Aynı şekilde bu suçluluk duygusu içinde çocuğunu aşırı şımartan, her istediğini yapan, çocuğun kaprislerine boyun eğen anneler olduğu da bilinmektedir.
Oysa, çocuğun istediği ne şımartılmak, ne de sınırsız hediyelerdir. Onun istediği sadece annesiyle zaman geçirmek ve birlikte olmaktır.
Bir kadının bütün bu sorumlulukları yüklenirken destek alması gereken kişi aslında eşidir. Erkeklerin eve geldiklerinde tüm sorumluluğu kadınlara bırakmak yerine hayat müşterektir görüşünden hareketle evdeki düzene ve çocukların sorumluluklarına katkıda bulunması gerçekten çok önemlidir.
Kadının çalışma hayatındaki mükemmellik arayışı ise ayrı bir sorun.
Her ne kadar kadınlar iş yaşamında kendilerine daha fazla yer bulmaya başlasalar da hala bir erkek üstünlüğü devam ediyor. Rakiplerin arasından sıyrılmak, en gözde eleman olmak, başkalarına muhtaç olmayacak şekilde bir hayat kalitesi ve kazanç elde etmek, kariyer yapmak göründüğü kadar kolay bir iş değildir.
Bütün bu rollerdeki kadın tek bir kadındır ve gerçekten de süper kadın olmak zorundadır. Sorumluluklarını yerine getirirken kadının kendi kimliğine uygun davranması ve bir kadın olması gibi bir başka beklentisi vardır toplumun.
Herkese, her işe yetişmek inanılmaz bir baskı oluşturur. Gerginliklerdeki etken de budur: Her şeyi başarabilmek…
Başarabilmek için yeterli zaman yoktur. O nedenle uykudan fedakarlık edilir. Çocuklarla ve evle daha fazla ilgilenebilmek için kendine ait zamandan fedakarlık edilir.
Dikkat edilirse kadın üstlendiği her rol için ayrı fedakarlıklar yapmak zorunda kalır. Aslında bütün bir hayattan sürekli ödün verilir. Bu ödünler hep başka hayatları tamir eden, zenginleştiren ama kadını hep biraz daha törpüleyen ödünlerdir.
Kadın; anne olarak çocuğunun hayatını, eş olarak kocasının hayatını, evlat ve kardeş olarak ailesinin hayatını, çalışan olarak iş hayatını organize ederken, kendi hayatından kısar, bedel öder, isteklerini erteler. Kısacası hayatı hep öteler, birçok şey yarına kalır. Belki de bu yüzdendir annelerin çocuklarının hayatında kendini var etme çabaları. Kendi olamadığı, gerçekleştiremediği hayalleri çocuğunun gerçekleştirmesi beklentileri…
Birçok kez dile getirdim, yazdım ama tekrar hatırlamak, hatırlatmak gerekiyor belki de. Bir kadınlar gününde daha kadının yerini ve Türkiye’de kadına bakış açımızı hiç unutmamak gerek. Kadını unutmamak, hayatın kıyısında kenarında bırakmamak için.
Türkiye’de kadın olmak; ülkenin bir ucunda babası erkek arkadaşıyla politika tartışırken, diğer uçta bir şehirde, töre cinayetine kurban gitmektir.
Kardeşi, babası, abisi ya da amca oğlu eliyle hayattan koparılıp cümle alemin namusunu kanıyla, canıyla, bedeniyle temizlemektir.
Geleceğinin planlamasını yapmak için çocuklarının büyümesini beklemek ya da planlama yapamadan, işinden olmak, aynı zamanda hayattan da el etek çekmek, bütün heveslerinin gerçekleşmeden hayal olarak kalmasına boyun eğmektir.
Aile kutsallığı, anne olma kutsallığı, birilerinin kardeşi, yengesi, karısı olmak gibi sözde büyük büyük unvanların ardında ayrımcılıklarla yüz yüze kalabilmektir.
Türkiye’de kadın olmak; çalışmak ve ayaklarının üzerinde durabilecek ekonomik güce sahip olmak için önce babasından, sonra eşinden izin almak zorunda olmaktır.
Kendi doğurup, büyüttüğü, can verdiği, kan verdiği oğlundan dayak yemektir.
Oğlu evlenirken, geçmişte yaşadığı tüm hüzünlerin, yarım bırakılmış tüm hayallerin acısını gelininden çıkarmaya çalışmak, hayattan alacaklı olduğu her şeyi ona ödetmektir.
Türkiye’de kadın olmak; erkeğinin kendi üzerine getirdiği bir başka kadını kabullenmeye zorlanmak, direnmeye kalktığında psikolojik, fiziksel, sözel şiddete uğramaktır.
Türkiye'de kadın olmak, çocuk olamadan 'gelin' olmaya zorlanmak, 11'inde, 13'ünde, 15'inde oyundan, eğitimden koparılıp koca evine kapatılmaktır. Resmen taciz ve tecavüze uğrayıp, işlenen Pedofili suçunun evlilik adı altında öznesi olmaktır.
Türkiye’de kadın olmak; şiddet gördüğü eşinden kendisini koruyacak kimsenin olmadığını görmek ve bu şiddet nedeniyle bedensel olduğu kadar manevi olarak da ölmektir.
Türkiye’de kadın olmak; ‘Cennet Anaların Ayakları Altındadır’ gibi kutsal içerikli anlamlar altında, erkek çocuk doğurmadığı için aşağılanmak, dövülmek, hakarete uğramak ve hep doğurmaya zorlanmaktır.
Türkiye’de kadın olmak; her türlü olumsuzluğa rağmen, kadın olmak, anne olmak, insan olmaktır ve olabildiği her şey için mutlu olmaktır.
[2017-06-20]
Manik Depresyon;İki Uçlu Mizaç Bozukluğu ya da Bipolar Duygulanım Bozukluğu olarak da bilinen bir rahatsızlıktır.İki uçlu denmesinin sebebi de hastalığın kendisinden ...
Aldatma bir kadının ya da bir erkeğin birlikte olduğu insanın dışında bir başkasıyla beraber olması biçiminde tanımlanabilir ancak olay o kadar ...
Bir kadın öldürüldüğünde sadece bir kadın ölmüş olmuyor. O annenin yavruları, çocukları da ölüyor biliyor musunuz?
Günümüzde, uzun yıllar sürdürdüğü kariyerini sonlandırıp bambaşka bir sektörde iş hayatına atılan ya da henüz bitirdiği eğitimini bir kenara bırakıp hiçbir ...