Fobiler, diğer adıyla korkular genel olarak kaygı bozuklukları başlığı altında tanımlanırlar. Toplumun büyük bir kısmında bir ya da iki korku türü görülür ve eğer kişinin hayatını olumsuz olarak etkilemiyorsa, günlük hayatta sıklıkla karşılaşılan bir obje, duygu, eşya veya canlıya yönelik değilse ciddi bir sorun olarak değerlendirilmez.
Korkunun kişisel özelliklere ve yaşanılan yere yani ortama göre zaman zaman değişken olabileceğini göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Örneğin yılanlara karşı aşırı bir korku geliştirmiş kişi, normal hayatına devam edebilir çünkü yılanlar büyük şehirlerde yaşayan insanlar açısından önemli bir tehdit unsuru değildir. Ancak kırsal kesimde ya da daha küçük yerleşim birimlerinde yaşayan bir kişi için yılanlar genel olarak hayatını olumsuz olarak etkileyen önemli bir risk faktörüdür. Dolayısıyla korkuların kişiler üzerindeki etkisini sadece tek bir tanıma sığdırmak anlamsızdır. Çevresel faktörleri ve kişinin yatkınlıklarını bir arada değerlendirmek gerekir.
Fobiler söz konusu olduğunda en sık karşılaşılan fobilerden biri ve belki de en önemli alt tipi Sosyal Fobi’dir. Diğer korkular bir canlıya, bir duyguya ya da bir eşyaya yönelikken Sosyal Fobi’de kişiler başkalarının düşüncelerine ve değerlendirmelerine yönelik aşırı ve yoğun korkular duyarlar.
Başkalarının önünde gösterecekleri performansın uygun görülmeyeceği, eleştirilerek alay edileceği, küçük düşerek aşağılanacakları duygusunu yaşarlar. Özellikle halka açık yerlerde kendilerinin başkaları tarafından incelenecekleri ve hatalı davranışlar sergileyeceklerini düşünerek genel olarak insanlardan ve toplumdan uzaklaşırlar.
Bir topluluk önünde konuşmak, yeni insanlarla tanışmak, halka açık alanlarda yemek yemek, sosyal bir görev ve sorumluluk üstlenmek aşırı bir kaygıya yol açar ve kişiler bu tür çalışmalardan kaçarlar.
Diğer kaygı bozuklukları ve stres belirtilerinin tümü bu fobi için de geçerlidir:
Aşırı bir korku ve panik hali, çarpıntı, gerginlik, mide ve sindirim sistemi rahatsızlıkları, terleme, titreme, iç sıkıntısı,baş ağrıları,kaslarda gerginlik ve kasılma gibi fiziksel ve psikolojik belirtiler görülür.
İlk başlarda bu belirtilerle başa çıkmaya çalışan kişi zamanla bazı eylemlerden kaçınır, giderek her tür etkinlikten uzaklaşarak tam bir sosyal yalnızlık içine düşebilir. Sosyal Fobi yaşan insanlar korkularının ve endişelerinin gereksiz ya da abartılı olduğunu bilirler ancak engelleyemezler.
Duygularına söz geçirmedikleri için de kendilerini zor durumda bırakacağını düşündükleri her tür ortamdan ve topluluktan uzaklaşma yolunu seçerler.
Sosyal fobi de diğer fobiler gibi genellikle tek bir korkutucu olayla ya da modellenerek öğrenilir. Örneğin ciddi bir köpek saldırısına uğrayan bir çocuk köpeklere karşı fobi geliştirebilir; bu yaşanılarak öğrenilmiş bir fobidir.
Ancak bir de olayı gören diğer çocukların geliştirdiği fobi vardır; bu da modelleyerek öğrenmedir. İnsanların bir araç kazasında yaralanma ya da ölme olasılığı yılan ya da zehirli böcek sokma olasılığından her zaman daha fazladır ancak insanlar araçlara karşı bu kadar yoğun fobiler geliştirmemişlerdir.
Yılan ve böcek fobisi her zaman ilk sıralarda yer alan fobilerdir.
Bazı bilim adamları ve araştırmacılar fobilerin hazır tepkiler olarak genlerimizde programlanmış olduğunu öne sürüyorlar. Evrimden bu yana biyolojik olarak bu tip uyaranlara karşı korku geliştirmek üzere yatkınlıklarımız olduğunu iddia eden araştırmacılara göre bu yolla kendimizi savunmayı ve korumayı öğreniyoruz.
Ancak abartılı bir kaygı halini aldığında her tür duygu fobi olarak hayatımızda yer ediniyor. Fobiler ayrıca, stresli durumlarda hayatın akışının kendi kontrolünden çıktığını düşünen kişilerde görülüyor.
Genel bir yatkınlığın söz konusu olduğunu ortaya koyan araştırmalar da bulunuyor. Bütün bu risk faktörleri bir araya geldiğinde korkular geliştirmek neredeyse kaçınılmaz hale geliyor. Çünkü biliyoruz ki bir olumsuz olay herkes üzerinde aynı etkiye yol açmıyor.
Örneğin ailesi tarafından çocukluğunda aşırı eleştirilmiş,yargılanmış bir çocuk, ilerleyen dönemlerde sosyal fobi geliştirebilirken, aynı şartlarda yetişmiş bir başka çocuk yetişkinliğinde son derece girişken, dışa dönük bir tutum geliştirebiliyor. Buradaki en önemli etken kişilik özellikleri ve genetik yatkınlıklardır.
Sosyal Fobi genel kanının aksine tedaviye son derece olumlu yanıt veren bir kaygı bozukluğudur. Tedavi edilebilir. Yoğun kaygı durumu azaltmak amacıyla ilaçlı tedavi de uygulanabilir ancak asıl tedavi psikoterapi ve ilaçla birlikte yapılır.
En az altı aylık bir tedaviye ihtiyaç vardır, sonrasında da hekimin ve psikoterapistin uygun gördüğü süre boyunca devam edilmelidir. Kişinin kendisine yönelik olumsuz düşünceleriyle ve değersizlik duygusuyla başa çıkması konusunda çalışmalar yapılır.
Bu fobi türünün çok erken yaşlarda başlayan kronik bir sorun olduğunu unutmamak gerekiyor. Sosyal Fobi yaşayan kişilerin yüzde 40’ı 10 yaş altındaki çocuklardan oluşuyor. Hastaların neredeyse yüzde 95’i, 20 yaşından daha erken yaşlarda bu rahatsızlıkla karşı karşıya kalmış olanlar.
İlginç olan başka bir sonuca göre de Okul Fobi’si yaşayan çocukların neredeyse yarısında Sosyal Fobi olduğu ispat edilmiş. O nedenle çocuklardaki kaygı bozukluklarına karşı daha dikkatli olmakta ve durumu mutlaka bir uzmanla değerlendirmekte fayda var.
Zamanında erken teşhis edilememiş Sosyal Fobi, kişilerin ilerleyen yaşlarında var olan potansiyellerini kullanmalarını engellediği için doğru ve yeterli eğitimi alamadıklarını ve hak ettikleri başarıları elde edemediklerini görüyoruz.
Sosyal Fobi birçok yönüyle diğer fobilerden ayrı tutulmalıdır ve olabilecek en erken dönemde tedavi edilmelidir. Sosyal Fobi’si nedeniyle geride kalmayı tercih eden pek çok insan olduğu gibi, sosyal fobisine rağmen hepimizin tanıdığı pek çok insan olduğunu ve bu insanların son derece ‘sosyal’ olduklarını da bilmekte fayda var.
Bu insanlar, geride kalmayı tercih eden ve fobisini aşamayacağını düşünen insanlar için son derece olumlu ve motive edici örneklerdir.
Bir çok sorunda olduğu gibi Sosyal Fobi de tedavi edilebilen bir rahatsızlıktır.
Önemli olan tedavi yolunda adım atabilmektir.
[2012-12-27]
Uluslararası literatürde ‘proscrastination’ olarak adlandırılan erteleme sendromu, erteleme hastalığı ya da erteleme bozukluğu olarak da biliniyor. Günümüzde hemen hemen herkesin yaşadığı ...
Öncelikle büyük kitleleri etkileyen travmatik olaylarda psikolojik sağlığımızı korumak için sakin ve sağduyulu kalabilmek çok önemli. Duyduğumuz, gördüğümüz her şeye inanmamak, kimseyi ...
Depremin düşüncesi bile korkutucudur, özellikle bizim gibi depremle ilgili kötü anıları olan ülkelerde deprem olasılığı insanlar için önemli bir kaygı sebebidir. ...
Mayıs ayı hepimizin için çok üzücü bir olayla bir felaketle hayatlarımızda iz bıraktı. Manisa Soma’da yüzlerce maden işçimiz hayatını kaybetti. Günlerce ...